Vasatlığın İktidarı
Vasatlığın İktidarı
Vasatlığın İktidarı

DİĞER

Vasatlığın-iktidarıVasatlığın İktidarı

ALAIN DENEAULT

çev. İrem Sağlamer 2021 176 s.

 

"Alain Deneault, 'Vasat, iktidarı ele geçirdi' cümlesini kurarak başlıyor kitaba. Bu ne zaman gerçekleşti tam olarak? Yüzyıl boyunca ne kadar geriye gitmemiz gerekiyor doğru cevaba ulaşabilmek için? Deneault hemen akabinde insan temelli olandan anlatmaya başlayacağını belirtir şekilde; 'Vasat bir insanın başlıca becerisi nedir?' sorusunu sorup 'Diğer vasatı tanımasıdır' cevabını veriyor ki, bu aşamada vasatın karşısında aklın değil de aptallığın devreye girmeyeceğini kim garanti edebilir?"

Alain Deneault’un Vasatlığın İktidarı kitabında olduğu gibi bazı kitaplara doğru hızla çekiliyoruz. Mesela Anne Dufourmantelle’nin Riske Övgü’sü, Jonah Lehrer’in Proust Bir Sinirbilimciydi kitabı, Lars Svendsen’in kavramlar üzerinden ele aldığı Yalnızlığın/Özgürlüğün Felsefesi kitapları veya Judith Butler’in Cinsiyet Belası. Bazı kitaplarda şiddetli okuma isteği uyandıran şey/şeyler nelerdir? Tam da günceli yakalamış olmaları mı? Tam da günceli yakalamışken insanın en baştan beri varolagelen ve hiç bitmeyecek olan sancılarını anlatıyor oluşları mı? İnsan varlığının fıtratını tanımlayan –ölene kadar da bitmeyecek olan– var olma çırpınışlarında kendimizden bir ize rastlayışımız mı?

Hem konumuz “vasat” olduğu için hem de “vasatı” sadece kelime tanımı üzerinden algılamadığımız için, (Arapça “wst” kökünden gelir) iki şeyin ortasında, ortalama demek olan “vasat”, tanımı itibariyle ve günlük hayatımızda bize eşlik ediş biçimiyle diğer tüm kavramlardan ayrılarak farklılaşır. Çünkü “vasat” hep bir başkasıdır. Asla “Ben” değildir. Onlardır, tüm dünyadır. Ömrünü bir şeylere ait olmak, bir şeylerin içinde bulunmak (bu bir inanç, bir ideoloji, bir görüş, herhangi bir topluluk, kurum olabilir) için harcayan insan, “vasat” söz konusu olduğunda kendi payına düşen “vasatlığı” asla kabul etmeyen bir varlık olarak sürdürür yaşamını. Kitaba doğru karşı konamaz bir okuma isteğiyle çekilmemiz hep bir başkası olan bu “vasat” kişiyi merak ettiğimiz içindir.

Alain Deneault ilk etapta –en basit tespitle– içinde yaşadığımız çağa ve bu çağ içerisinde 24 saatini doldurmaya çalışan insana ayna tutuyor. Bize doğru tutulan aynada kitabın daha ilk sayfaları itibariyle –sadece başkalarını değil– kendimizi de görmeye başlayarak “vasatın” ilk olarak kendimiz üzerinden tanımının yapılmasının lüzumunu kavrıyoruz. Sürekli “başkalarının” vasat, cahil, suçlu olduğu, böylesine sorumluluk mücadelesinden yoksun, narsistik bir çağda Alain Deneault riskli bir iş ortaya koyuyor elbet. Fakat konu “vasatlığın” toplumların her bir katmanına istisna gözetmeksizin yayılması veya –daha da önemlisi– yerkürenin tamamında iktidarlaşarak dünya üzerinde böylesine bir kapitalist sermaye işleyişindeki sosyolojik-kültürel-siyasi çatıların oluşumları olunca, asıl olarak üzerine düşünülmesi gereken, vasatlığın bir daha tahttan inmeyecek şekilde iktidarlaşması meselesi oluyor. Bu perspektiften bakıldığında kitabın adının neden sadece “Vasatlık” değil, Vasatlığın İktidarı olduğunu da anlıyoruz ki, bu tamlama bu çağı nokta atışıyla anlatıyor. Vasatlığın İktidarı ilk önce adıyla müsemma olanı vasatı” yani– net bir şekilde anlatmaya soyunurken, “vasatın” aslında çağ veya dönem ne olursa olsun iktidarın kendisi olduğunu, iktidar oluşumların vasatı düzenlediğini geniş/kapsamlı bir içerikle önümüze koyuyor.

“Vasat, iktidarı ele geçirdi.”

Alain Deneault, “Vasat, iktidarı ele geçirdi” cümlesini kurarak başlatıyor kitabı. Bu ne zaman gerçekleşti tam olarak? Yüzyıl boyunca ne kadar geriye gitmemiz gerekiyor doğru cevaba ulaşabilmek için? Deneault hemen akabinde insan temelli olandan anlatmaya başlayacağını belirtir şekilde; “Vasat bir insanın başlıca becerisi nedir?” sorusunu sorup “Diğer vasatı tanımasıdır” cevabını veriyor ki, bu aşamada vasatın karşısında aklın değil de aptallığın devreye girmeyeceğini kim garanti edebilir? “Birbirlerine yağ çekerler,” diyor Deneault, “iyiliklerinin karşılıksız kalmamasına dikkat ederler, benzerlerini kendilerine çekmenin yollarını çabucak buldukları için büyüyen bir topluluğun iktidarını kurarlar.” Bu tespitler sonrası en iyi tespiti yaparak, “Gerçekten önemli olan aptallıktan uzak durmak değil, onun güç imgeleriyle süslenmiş olmasını sağlamaktır” diyor. Doğru… Güç imgesi bu çağın gösterilmesi, uygulanması ve kesinlikle sonuç alınması gereken en önemli malzemesi. Fakat kullanılması gereken daha da önemli bir malzeme var: “Vasat”ın karşısına aklın değil de “aptallığın” devreye girdiğini hiçbir boşluğa yer bırakmayacak şekilde yerleştirmek. Deneault asıl olanın bu olduğunu anlatma isteğiyle Robert Musil’in Aptallık Üzerine metninden şu sözünü alıntılayıp vasatı on ikiden vuracak nokta atışını gerçekleştiriyor: “Aptallık görünüşte ilerlemeye, dehaya, umuda ve gelişmeye benzemiyorsa, muhtemelen kimse aptal olmak istemez.” Tüm yenilikleri, tüm ilerlemeleri, tüm kaydedilen aşamaları, değişen tüm yaşama biçimleriyle tam da içinde yaşadığımız modern çağı anlatmıyor mu tüm bu tespitler? Vasata ikna olma sebeplerimiz vasatın iktidarı ele geçirmesi biçimleriyle örtüşüyor. Neredeyse boşluk bırakmayacak şekilde, modern insanın vasat iktidarı gittikçe güç kazanarak ilerliyor.

Alain Deneault

Alain Deneault kitabı, “Bilgi ve Uzmanlık”, “Ticaret ve Finans”, “Kültür ve Uygarlık”, “Devrim: Kamu Yararına Zarar Vereni Yok Etmek” başlıklı dört bölüme ayırıyor. Bu dört bölümün tepesinde, neon ışıkları içerisinde şu cümle parlıyor: “Vasat ortalama olanı tanımlar.” Şu soru akla geliyor ister istemez: Vasat ortalama olanı tanımlıyorsa eğer, iktidar bu durumu nasıl içine sindirebiliyor? Kitabın bölümleri modern dünyanın oluşumunda tüm ayrıntılarıyla kurumlar, kavramlar, davranışlarımız, oluşumlar bazında nasıl yollar izlendiğini anlatması açısından burada devreye giriyor.

İlk bölüm, “Bilgi ve Uzmanlık”. Odağa alınan kurum üniversiteler. Hatta “seçkin üniversiteler”. Deneault lafını hiç döndürüp dolaştırmaksızın ABD’li gazeteci Chris Hedges’ten bir alıntı yaparak, vasatın içeriği yüzde yüz “Bilgi” ve “Uzmanlık” gerektiren üniversiteleri ne hale getirdiğine değinerek başlıyor: “Toplumsal sorunlarımızdan akademisyenler sorumludur. (…) Dünyadan kopuk, önemsiz alt alanlarda uzmanlaşmış, eleştirel düşünme becerisini yitirmiş, kariyerinde ilerlemeye kafasını takmış, (…)” diye devam eden, keskin bir paragraf girişi bu. Hedges üniversitelerde yürütülen araştırmaların ve eğitimin başlıca sorunlarını gelişen çevresel kriz, ulusal ve küresel dışlanma yaratan gelir eşitsizliği, aşırı tüketim, kültürün tersyüz edilip eğlence endüstrisine dönüştürülmesi, reklamcılar tarafından sömürülen zihinler, uluslararası maliyenin ekonomi üzerindeki egemenliği ve ekonomik sistemin istikrarsızlığı gibi konu başlıkları üzerinden tabii ki temellendiriyor, tespitlerinin keskinliğine devam ederek:

Üniversite öğretim üyeleri, bölümleri ve laboratuvarları ‘seçkinler’ değil midir? Öncü karar vericiler ve kadroları, üniversitede kazanılan ya da geliştirilen, etkileyici diplomalarla kanıtlanan bilgiler aracılığıyla yaşadığımız dünyayı biçimlendirip tanımlamıyor mu?” Alain Deneault kitabın ilk bölümünün ilk paragrafında sözü dili sivri, görüşleri keskin gazeteci Chris Hedges’e vererek “vasat”a nasıl dikkat çekmek istiyor olabilir? Hedges bir akademisyen değil sonuçta; bu anlamda içeriden bir eleştiri mevzu bahis değil. Fakat Deneault konuyu dışardan bir gözün bakışıyla değerlendirmeye açmış olabilir, içerde yer alan ve halihazırda Kanada’da felsefe dersleri veren bir akademisyen olarak. Aslında bir şekilde herkesin, –başta “seçkinler” olmak üzere herkesin– bilimsel fikir oluşturucuların, küçük entelektüellerin, umudun peşinde koşan işsiz yazarların, güvencesiz eğitmenlerin, cahil ustaların, bilgi yöneticilerinin kibrinin “vasatı” oluşturan yollarda nasıl kilometre taşı oldukları bölüm boyunca irdeleniyor. Tüm usta felsefecilerden, akademisyenlerden verilen örnek çalışmalar, alıntılarla da Deneault’un konuya ampirik bakış açısını görebiliyoruz.

Vasat’ın iktidarla olan bağının temellendiği en önemli bölüm “Ticaret ve Finans”. “Ekonomi bilimi” mi “piyasa ekonomisi” mi? Deneault “Piyasa artık bir toplumsal özne değildir” diyerek “piyasa ekonomisinin” artık insan zihninin müdahalesi olmaksızın çalıştığına işaret edip işlemlerin nano-saniyeler (bir saniyenin milyarda biri) içinde gerçekleşen ve bazen çok kötü sonuçlara yol açan algoritmalar tarafından şekillendiğinin altını çiziyor. Saniyenin milyarda birinde gerçekleşen ve söz konusu para olduğu için hiç bitmeyen çatışmalar, savaşlar demek olan bu düzeneği piyasadaki en hızlı ve en güçlü algoritma sahibinin işleteceğini ve kazanacağını gösteriyor ki, sözcüklerle anlatılamaz olan bir ekonomik düzenek bu. Peki “vasatlık” bu sistemin neresine denk düşüyor? “Halkı eğitmeyi amaçlayan programlar da benzer şekilde, sistemin tam bir karmaşa içinde olduğunu anlamamızı engellemeyi hedefler.” Çünkü diyor Deneault; “Vasatlığın ‘ekonomi’ olarak nitelemekte direttiği şeyden daha fazla özgüvenle hükmettiği başka alan yoktur. (…) Beyinlerimiz bu aptallıkla o kadar dolu ki, zengin insanları hâlâ servete bizim zararımıza el koyanlar olarak değil de, küçük bir bölümüne sahip olabilmeyi umduğumuz o zenginliği yaratanlar olarak görüyoruz.

Global ticaretin ve finansın para kazanmaktan ziyade algı yönetimlerini nasıl gerçekleştirdiğiyle ilgili başka birçok ince ayrıntının konu edinildiği bu bölüm bile, tek başına kitabın okunmasını elzem kılıyor. Vasatın algı yönetimi algoritmaları başarıyla tamamlanınca para gökten yağmur gibi yağıyor zaten.

“Kültür ve Uygarlık” bölümünde vasatlık ekseninde gelişen huzursuz ruhlarımızı yatıştırmak için “kültür” terimiyle ve “uygarlık” adı altında ruhlarımıza zerk edilenler açıklığa kavuşturulmak isteniyor. “Ruhsal ekonomi sinir sistemini düşük bir heyecan düzeyinde tutmaya çalışır. Bir ihtiyacı gidermek, bir dürtüyü serbest bırakmak, gerilimi azaltmak: Bunlar bizi sarsan gerginliği gidermenin sinirlerimizin karıncalanmasına yol açan güçleri engellemenin yollarıdır.” Kültürü ayakta tutan sanatçıların yozlaşabileceğinden, siyasetin kişi veya kurum gözetmeksizin kültür içerikli tarafı nasıl bozduğuna, kültürel sermayenin uygarlıkları nasıl yaratıp sonra yıktığına, gerçeklikle bozulmamış bir ilişkinin kültürle nasıl sağlanacağına varana kadar Deneault vasatlığın kültürler ve uygarlıklar arası yolculuğunun bu yüzyılı nasıl yarattığını gerçek, yaşanmış örnekleriyle anlatıyor. Son bölüm olan “Devrim: Kamu Yararına Zarar Vereni Yok Etmek” bölümü ise –vasatlıkla ve vasatlığın iktidarıyla ilgili– kitabın ana izleğini önümüze tespitlerde bulunup sorular sorarak koyuyor: “Tarihsel olarak ve toplu olarak artık bozulma olduğunu söyleyebilecek noktaya ulaştık. Ve durum buyken nereye geldik? Şimdi kendimizi nerede buluyoruz ve neyle karşı karşıyayız?

 

Vasatlık mülküne karşılık ödünç yaşamlar

Vasatlık ve iktidarı ister bireysel, ister kurumsal olsun sosyo-ekonomik-kültürel bazda tüm katmanlara yayılmış şekilde bir bozulmayı beraberinde getiriyor. “’Vasatlığa’ karşılık ‘aşırı’ olanın revaçta olduğu bir çağ bu” diyor Deneault: Aşırı sağ, aşırı sol, aşırı tüketim, aşırı yemek, aşırı sevgi, aşk, bağlılık, inanç ve yeminler. Aşırılık bir yozlaşmayı da beraberinde getiriyor elbet. Vasatlık en çok yozlaşmış olmaktan beslenmiyor mu zaten? Yozlaşmış üniversite uzmanlık satar, yozlaşmış ekonomi finansal oligarşi yaratır, yozlaşmış yargı kurumları anlaşmazlıkların çözümü için pahalı özel kurumlara götürür diyen Deneault bütün mesele şudur diyor: “Orta sınıftaki insanlara paralı proleterlerden başka bir şey olamayacaklarını ve yaşam standartlarını belirleyen ekonomik ve toplumsal parametreler üzerinde hiçbir denetimlerinin olmadığını unutturmak. (…) Yaşadıkları dünya onlara sadece ödünç verilmiştir.

Çağın ilerleyişi ve tüm imkânları düşünüldüğünde vasatlık mülküne karşılık yaşadığımız ödünç yaşamlarımızda kimse vasat değildir artık. Siber dijital bir çağın içerisinde yaşayan insanlar olarak artık kimse bilgiye ulaşmak için kütüphanelere gitmemekte, elinin altında ansiklopedi seti olması için fasiküller biriktirmemekte, vasat olmamak veya cahil kalmamak için ideal bir üniversite kazanmak zorunda kalmamaktadır. Bilginin Google’landığı ve bilgiye bir iki saniye içerisinde ulaşıldığı bir çağda vasat olan bir tane insan gösterebilir misiniz? Yaratılan bu muazzam imkânlar köpüğünü yüzeyden sıyırıp kenara çekemeyeceğimize göre, kabul etmemiz gereken ilk düstur “vasatlıktır”. Vasatın tanımı, kavramsal yapısı ve günlük yaşamımızdaki dolaşımı kıymetsizleşmekten ziyade “post-her şeycilikle” bağlantılı olarak çoğalmış, değişmiş ve bu durumlar vasatın iktidarına büyük bir katkı sağlamıştır. Tüm bu sebeplerden dolayı dünyada “Yeni bir vasatlık iktidarı türü kuruluyor” diyor Alain Deneault ve kitabın son kelimesini ünlem işaretiyle yazıp kitaba son noktayı şöyle koyuyor: “Radikalleşin!

Kitabın çevirisi için İrem Sağlamer’e teşekkürler.

© Tüm hakları saklıdır.

↑ Yukarı çık

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Yorumlar

https://blog.delitavsan.com/assets/images/user-avatar-s.jpg

0 comment

Write the first comment for this!

Facebook Yorumları